MHP Mersin Milletvekili iken “Rahşan Affı”na karçı çıktığı için partisinden ihraç edilen Mersin Milletvekili Ali Güngör’e yapılan vefasızlık, TBMM’de MHP Grup Başkanvekilliğinde çalışan oğlu Oğuzhan Güngör’e de yapıldı. Oğuzhan Güngör de tıpkı babası gibi MHP’nin terörist başı Öcalan tutumunu eleştirmişti.
MHP’de Öcalan depremi eski bir tartışmayla başladı. Terörist elebaşısı Öcalan’ın idamının önünü kapatan Rahşan Affı’na karşı çıktığı için MHP’den ihraç edilen Mersin Vekili Ali Güngör’ün oğlu Oğuzhan Güngör’ün MHP’deki görevine son verildi.
Oğuzhan Güngör, MHP TBMM Grup Danışmanlığı görevinden el çektirilme sebebinin de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin terörist başını TBMM’de konuşabileceği söylemini eleştirmesi.
Güngör, babasının yolundan gittiğini ve babasına uygulanan aynı yönteme maruz kaldığını söyledi. Güngör, babasının partiden ihraç edilmesine neden olan o konuşmasını da paylaşıp şunları dile getirdi:
İŞİNE SON VERİLDİĞİNİ SOSYAL MEDYADAN DUYURDU!
“Az önce Milliyetçi Hareket Partisi’ndeki görevime son verildiği tarafıma tebliğ edilmiştir. Bundan 24 sene önce Türk Milleti’nin sesi olan rahmetli babama uygulanan yöntem, tarafım için de söz konusu olmuştur. Bebek katilinin Gazi Meclisimizi kirletemeyeceğini söylemenin bedelini, Ali Güngör’ün oğlu olmanın verdiği gurur ve aziz Türk Milleti’nin bir evladı olarak şerefle kabul ediyorum. Türk Milliyetçiliği, Türk Milleti’nin sinesinden çıkmış olup, yalnız ve yalnız ona aittir. Ülkücülük ise Başbuğ’dan ve nice şehitten bize mirastır. Milletimizi ve Ülkümüzü, geçmişimiz ve geleceğimiz için tek kişi kalıncaya kadar müdafaa etmeye devam edeceğiz.”
İŞTE OĞUZHAN GÜNGÖR’ÜN BAŞINI YAKAN AÇIKLAMA:
Güngör, dün (23 Ekim) X hesabından Bahçeli’nin Öcalan açıklamasını eleştiren dört sayfalık bir açıklama yayımlamıştı. Güngör şunları söylemişti:
“Sayın Genel Başkanım,
Bugün size Oğuzhan Güngör olarak seslensem; oğluma, “Türk evladının isminin başına Türk yakışır” diyerek Türkali ismini koymanızdan dolayı size şükranlarımı sunardım. Babamın hastalığından sonra ben ve ailem için yaptıklarınızdan ötürü minnettar olduğumu belirtirdim. Sizinle geçirdiğim sürecin kıymetli ve çok özel hatıralar barındırdığını büyük bir vefa duygusuyla ifade ederdim.
Babamın ihracından, son zamanlarını geçirdiği hastanede yaptığınız görüşmeye kadarki dönem ise birçok vefasızlık, birçok ah içerir.
Anlatılması zor bir dramdır.
Fakat ben bugün size Türk Milleti’nin bir evladı, Ülkücü Hareket’in bir neferi olarak, babamın 1972 yılında henüz 22 yaşındayken rahmetli Başbuğ’uma yazdığı mektubu okuyup gözyaşlarımın arındırdığı bir saflık ve temizlik içinde sesleniyorum:
Sloganlarla konuşulan bir dünyada konuşmak zor, yazmak daha da zor. Düşünceyi açan, geliştiren, devam ettiren şey soru sormaktır. Öyleyse olağan yaşayış çizgisinin yok olup yolun, yöntemin belirsizleştiği, kör karanlıkta ışık hüzmelerini arayan gözlerin olduğunu düşünerek soru sorarak başlayalım:
Ekim Ayı’ndan önce Bölücü Terör Örgütü’nün siyasi uzantısı olan partiye dönük açıklamaların 21 gün içerisinde bu noktaya varması neticesinde bütün herkesin kapalı kapılar ardında sorduğu soruyu açıkça soruyorum:
“Bütün bunlar neden oldu? Bütün bunların anlamı nedir? Sorumlusu kimdir? Buradan nereye gidiyoruz? Vatanımın ve milletimin başına daha neler gelecek?”
Sormaya cesaret edenlerin bile cevabını bulamadığı; kendisinin dahi inanmadığı, şaşkın ve toplumun hiçbir katmanına gerçek düşüncelerini açıklayamayacağı da gün gibi aşikâr. Kaldı ki bu soruya cevap vermesi için temsille görevlendirilenler biçare ve korkak…
Gerçek şu ki birlik ve beraberlik, bir fikir etrafında olur. Şahıslar etrafında bir birliktelik kurulamaz. Bizi bir araya getiren de bir arada tutan da Türk Milliyetçiliği’dir. Bir topluluğu millet haline getiren de en nihayetinde dil, kültür, tarih, irade gibi belli başlı kriterler değil midir? Bu kriterlerin hiçbirinin şahsımızla alakalı olmaması bir yana toplumsal hareketi yığından ayıran da fikir birliği ile ülkü birliği değilse nedir?
Geldiğimiz noktada toplum, siyaseti adeta çoklu bir kişilik bozukluğu gibi görmektedir. Siyaset kurumları, gerçeklik algısını yitirmiş, toplumun sorunlarından uzaklaşmış ve yeni sorun türetme merkezi haline gelmiştir.
Siyaset, bireyin farklı kişiliklerini “birbirimizin işine karışmadığımız sürece problem yaşamıyoruz.” şeklinde tanımlaması halini almıştır. Unutkanlık ise hat safhadadır.
Milli politikaya dönme çabaları ile eski, köhnemiş ve ülkeyi felakete sürükleyen anlayış arasında sıkışmış vaziyetteyiz. Belirli periyotlarla tekerrürlere düşüyor ve yine, yeniden gaflet ve dalalet kokuları alıyoruz. Ancak, destursuz bağa girenin yakıp yıkmasına izin verdikten sonra, “bu çatı üstüme yıkılıyor” diye ağlayarak mağdur edebiyatı yapılamayacak kadar çok acı yaşandı.”
RAHŞAN AFFINA KARŞI ÇIKAN ALİ GÜNGÖR NE DEMİŞTİ?
Ali Güngör’ün ihraç edilmesine neden olan konuşma da şöyle:
“Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz af tasarısı Meclisimize art niyetli olarak getirilmiştir. Şirkin ve tehlikeli bir hesabın ürünüdür. Amaç Anayasamızın 14. maddesini delerek, Meclisin yetkisinde bulunmayan vatan hainlerini, PKK’lı canileri ve onun terörist başını affetmek ve bu büyük vebale, bu büyük Meclisi alet etmektir.
Değerli milletvekilleri, bunları söylerken, tasarıyı hazırlayıp Meclise gönderen hükümete haksızlık yaptığımı düşünmüyorum. Bir kehanette de bulunmuyorum. Çünkü bu hükümet, kuruluşunun hemen akabinde, ilk iş olarak pişman olduğunu söyleyen PKK’lılara af çıkarmıştır. Takiben yine basın suçlarına verilen cezaların ertelenmesi adı altında adı basın olan paçavralarda kalem oynatan PKK’lıları affetmiştir.
Şimdi bu tasarıyla, bu tasarıyla 169. madde kapsamında PKK canilerine bilerek yardım ve yataklık edenlere af getirilmektedir. Yine hepinizin malumudur ki, bu hükümet Abdullah Öcalan’a verilen bağımsız yargının verdiği idam cezasını Meclise göndermemiştir. Şu hususu, şu hususu, tasarıyı hazırlayanlar dahil Türkiye’de herkes biliyor. Tasarı yasalaşırsa Anayasa Mahkemesine gidecek ve PKK’lı canilere de şamil hale dönüşecektir.
Şimdi DSP’li sayın üyelere fazla bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü Sayın Ecevit’in geleneğine, vatan hainlerini affetmek fazla yabancı gelen bir husus değildir.
125. madde, 146. madde ve bunların, yani bunlarla birlikte anılan maddeler Türkiye’de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmayı hedef alan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni sınıf, etnik farklılıklara dayalı bir devlet haline getirmeyi düşünen kalkışma hareketleridir. 74’te bu maddelerden suçlu bulunan kişiler affedilmişti.
Değerli arkadaşlarım, Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partili, Doğru Yol Partili ve Anavatan Partili değerli arkadaşlarıma hatırlatmak istiyorum. Bu derece çirkin ve tehlikeli bir af yasasını MHP teşkilatı ve ülkücülerin kabul etmesi hiçbir şartta mümkün değil. Doğru Yol Partili ve Anavatan Parti teşkilatlarının da rıza göstermeyeceğini biliyorum. Öyleyse bu partilerin Meclis grupları şimdi niçin bu af tasarısını kabul etsinler? Bu ağır vebali Milliyetçi Hareket Partisi, Doğru Yol Partisi ve Anavatan Partisi taşıyamaz.
Umuyorum ki, Fazilet Partisi de geçmişte Milli Selamet Partisi’nin yaptığı hatanın farkına varmış olsun. Değerli milletvekilleri, bu çirkin ve tehlikeli af tasarısını geldiği yere, Sayın Başbakan’a ve onun bakanlarına yakıştığı yere göndermek bu Meclisin yapacağı en hayırlı iş olacak. Bırakalım. Bırakalım bu çirkin tasarı geldiği yerde ve yakıştığı yerde kalsın. Ben bu gerekçelerle bu af tasarısına hayır diyorum ve muhterem heyetinize saygılarımı sunuyorum”